Soru/Cevap

Refik Anadol ile “Makine Hatıraları: Uzay” üzerine Soru & Cevap 

Serginizin ilham kaynağı olan NASA JPL ile iş birliğine nasıl başladınız? Bu iş birliği sanat pratiğinizi nasıl etkiledi? NASA ile yürüttüğünüz çalışma ne kadarlık bir sürede sergiye dönüştü? 

NASA JPL ile kurumun 60 yıllık arşivlerini görselleştirip, yeni binalarının girişine bir veri heykeli hazırlamak için 2018 yılında iş birliğine başladık. Heykelimizi kısa zaman önce tamamlayıp yerleştirmesini yaptık ve harika geri bildirimler aldık. Üstesinden başarıyla geldiğimiz bu zor projenin güzel sonuçlarının yanında, bizzat sürecin kendisi de benim gibi hem bilimkurgu hem yapay zeka, hem de büyük veriyle bu kadar iç içe olan bir sanatçı için çok ilham verici bir deneyimdi. Yaklaşık üç yıl boyunca, dünyadan uzaya gönderilmiş en kapsamlı teleskopların bize taşıdığı görsellerle beslenen bir eseri düşünmek, ‘teleskopların da anıları, seyahatnameleri var’ gibi bir düşünceyi de beraberinde getirdi. Ve bunca görüntüyü yapay da olsa belleklerinde toplayan teleskopların da rüya görebileceği ihtimali böylece ortaya çıktı. 

 

İstanbul’daki ilk serginiz “Eriyen Hatıralar” ile insanın görünmeyen, elle tutulamayan belleğine dair görsel bir yolculuğa çıkmıştık sizinle. Şimdi ise uzayın saklı belleğine geçiş yapıyoruz. Hem sanatsal keşifleriniz hem de bilimsel meraklarınız bellek merkezinde hareket ediyor diyebilir miyiz? 

Gerek insan belleği gerek ‘kolektif bellek’ düşüncesi -ama daha da önemlisi, bu iki belleğin kesiştiği noktalar- hem bilim hem de sanatta üzerine çok düşünülmüş ve daha da düşünülecek konular. Yıllar önce “Eriyen Hatıralar” başlıklı eserimde şahsi bir hikayeden yola çıkarak “Hatıralarımızı kaybetmemek için ne yapabiliriz?” sorusuna sanat ve teknoloji ekseninde bir cevap bulmaya çalışmıştım. Aslında o zamandan beri stüdyo olarak yaptığımız hemen hemen her işe başlarken ekip arkadaşlarıma bu soruyu hatırlatıyorum. Örneğin 2019 yılında New York’ta gerçekleştirdiğimiz sergide ya da geçen yıl Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ünlü mimar Zaha Hadid’in ikonik binalarından biri üzerine yansıttığımız eserde, bir şehrin hatıralarını ve kolektif bellek kavramını mimariyle temsil etmenin yollarını aradık. Bugün PİLEVNELİ’de sizlerle paylaştığımız eserler, benzer konuların ‘evrenin hafızası’ gibi daha kapsamlı, daha bilinmez ve dolayısıyla tahayyüle daha açık bir veri kümesi aracılığıyla sorgulanması sonucu ortaya çıktı diyebilirim. Fakat bu soruyu farklı platformlar ve veri kümeleri ışığında tekrar tekrar sordukça, kendimizi, bir şekilde insan belleğinin kapasitesini sorgularken bulduğumuzu da belirtmem gerek. Son günlerde bizi çok heyecanlandıran haberlerden biri de eserlerimizin ve araştırmalarımızın hafızayı etkileyen bazı nörolojik hastalıkların tedavisinde terapi amaçlı kullanılabilme ihtimali. Önümüzdeki aylarda sinirbilim ve sanat üzerine heyecanlı birçok yeni araştırma projesi paylaşıyor olacağız. 

 

Eriyen Hatıralar”da insanın en özel verilerini, yani hatıralarını kullanan ve en güncel sinirbilim araştırmalarından ilham alarak oluşturduğunuz eserler sergilemiştiniz. Şimdi ise yüzünüzü astronomiye dönüp, bambaşka bir bilinmeyeni sanat aracılığıyla yorumluyorsunuz. ‘Görünmeyeni görünür kılmayı’ parola edinmiş bir sanatçı olarak sanat, yapay zeka ve teknolojinin verileri açığa vurmada geldiği noktayı kendi işleriniz üzerinden anlatabilir misiniz? 

‘Görünmeyen’ kelimesi benim için ‘göz önünde olmayan’ anlamına geldiği kadar ‘görünmesi için şekil değiştirmesi gereken’ anlamına da geliyor. Yapay zekanın ve teknolojinin geldiği bu noktada sadece verinin ya da bilginin değil, aklımıza gelebilecek maddi ve manevi her şeyin başka şekillere bürünebileceğini ve böylelikle daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bunu, düşünen bir fırçanın ve makinenin bilinci ile üretimlerime katkıda bulunması olarak okuyabiliriz. Örneğin son zamanlarda parçası olduğum ve epeydir üzerinde düşündüğüm kripto sanat dünyası, sanat galerinin ve koleksiyonerliğin başka bir şekil alabilme potansiyelini sorgulatan bir oluşum. Eserlerime de her zaman sonsuz bir dönüşme ve değişme potansiyeliyle başlıyorum. Öyle ki bazen makinenin bulguları, bizi hiç hayal etmediğimiz yerlere götürüyor ya da verinin kendisi daha önce farkına varmadığımız bazı gerçekleri görmemizi sağlıyor. Mesela 2020’nin son aylarında Milan’da gerçekleştirdiğimiz “Rönesans Rüyaları” sergimizde, dönemin edebiyat eserleriyle doldurduğumuz makine belleğinin anlamlı şiir dizeleri oluşturduğunu görmek ya da teleskoplardan alınan görüntülerin aslında çevremizde var olan ama farkına varmadığımız bazı pigmentleri gözler önüne sermesi çok ilginç keşifler. Verinin pigment olabilme ihtimalini 10 yıldır sorguluyorum ama sanırım temelde hep, insanı makineleştirmekten ziyade, makineyi insana yaklaştırma kaygım var. Eğer makineler bir gün iş birlikçi ya da yardımcı olmaktan çıkıp bilinç sahibi belleklere dönüşebilecekse, bu dönüşümün ibresini insanlığın ya da evrenin yararına çevirmek bizim elimizde. 

 

Serginin arka planındaki araştırma sürecinden bahseder misiniz? ISS, Hubble ve MRO teleskoplarının arşivlerine nasıl eriştiniz? 

Aslında sergide kullandığımız verilerin hepsini açık kaynaklardan elde ettik; yani eserleri oluşturan her veri kümesine herkes internetten erişebilir. Ki bu durum da, bir önceki sorudaki ‘görünmeyeni görünür kılmak’ ilkesiyle örtüşüyor. Orada duran ve halka açık bir veriye dikkat çekebilmek de bütün sanat pratiğimin önemli bir parçası. İşin empirik ve çokça emek gerektiren kısmı ise ekip olarak bu verileri düzenli olarak toplamamız. Her uzay misyonun ayrı ayrı verileri var ve özellikle galerinin üçüncü katındaki veri heykellerinde de görebileceğiniz gibi, her eserin oluşması için gereken büyük verileri, ancak sistematik bir çalışma ve analiz sayesinde elde edebiliyoruz. 2017 yılında Nvidia’nın çok değerli desteğiyle çok kapsamlı yapay zeka algoritmalarını işlerimizde kullanmaya başladık. Alanında öncü olan birçok çalışmanın da parçası olabildik. 

 

Eserlerinizde hatıra, veri, bilgi, arşiv, tarih ve hatta pigment kavramlarını, birbirinin yerini alabilecek şekilde kullandığınız göze çarpıyor. Uzay verilerini kullanırken bu kavramlar arasındaki benzerlikler ve geçişler size nasıl ilham verdi? 

Aslında tüm bu kavramları ve kelimeleri zihnimde ‘insanlığın mirası’ başlığı altında toplayabilirim. Tek başına veri ya da tek başına tarih anlatısı, ne yazık ki, insanlık hakkında yeterince bilgi veremiyor. Elimizde yapay zekadan makine öğrenimine, en son veri görselleştirme tekniklerinden sanatsal yaratıcılığa kadar bunca araç varken, bu mirası mümkün oldukça muhafaza etmek ve geleceğe taşımak, hem bir sorumluluk hem de sınırsız bir hayal gücü tetikleyicisi. Yani asıl derdim, geçmişi, geleceğe taşımak; “Makine Hatıraları: Uzay” geçmişle geleceğin iç içe geçtiği bir anlatıdan doğuyor. Uzay bilimi ‘keşfetme’ ile ‘öğrenmenin’ neredeyse eş zamanlı gerçekleştiği bir disiplin. Öyle ki, bazen kendimizi bir bilim kurgu filminin içindeymiş gibi hissediyoruz ya da uzayla ilgili bir film izlerken beyaz perdede gördüğümüzün gerçekleşebileceğine kolaylıkla ihtimal veriyoruz. Yani uzayda tarih, geleceğin üzerine katlanıyor bir nevi. Sergide de zamanın, tarihin ve anıların birden fazla tanımı ve algılanış biçimi olduğunu, eserlerin çok yönlü deneyimlenme biçimleriyle temsil etmeye çalıştık. 

 

İnsanlığın uzayı keşfi ve bu keşiflerin muhtemel sonuçları sadece günümüzü değil 10 yıllardır dünya gündemini epey meşgul eden konulardan biri. “Makine Hatıraları: Uzay”, her ne kadar hatıra vurgusu ile geçmişe dönük bir sergi izlenimi verse de aslında geleceğe yönelik pek çok spekülasyona da olanak tanıyor. Serginin hem geçmişe kök salması  hem de fütürist özellikler göstermesinden bahsedebilir misiniz? 

Serginin şimdiye kadar pek açmadığım temalarından biri insanlığa tarihin dışında bir noktadan bakmak olduğu kadar, dünyaya ve kendimize, kelimenin tam anlamıyla, ‘uzaydan bakmak.’ Eserlerim hakkında bana en çok sorulan sorulardan biri, hayaller ve rüyalar arasındaki bağıntıyı nasıl yorumladığım. Bence, “Makine Hatıraları: Uzay”, bu bağıntıyı en iyi açıklayabildiğim sergilerden biri oldu. Çünkü bana kalırsa rüya da, hayal de ‘gidemediğimiz yerler’le ilişkili hisler ya da durumlar. Birinde, bilincimiz açık ve arzularımızın farkındayız, ötekinde ise bastırılmış isteklerimizle yüzleştiriliyoruz belleğimiz tarafından. Bu analojiyi uzaya taşıdığımda, aklıma gelen ilk şey, galakside dolaşan bir makinenin, bunu, bizim için yaptığı. İnsanlık olarak hayalini kurduğumuz, keşfetmek istediğimiz yerlere, makinenin bize gösterdikleri sayesinde yaklaşabiliyoruz. Yapay zeka da zihnimizde tutamadığımız verileri saklayıp, bu veriler arasında, tıpkı rüya görürken zihnimizin bize yaptığı gibi bağlantılar kurup, bizi farkında olmadığımız arzular, amaçlar ve potansiyellerle tanıştırabilir. 21. yüzyıl kesinlikle uzay ve yapay zeka çağı; tek bir sergide ikisini bir araya getirebilmek benim için çok önemliydi. 

 

Serginin ikinci bölümünde, izleyicinin içinde hareket edebilmesi için tasarlanmış ve mimariyle iç içe geçmiş çok boyutlu bir ‘yapay zeka sineması’yla karşılaşıyoruz. Bu tanımla ne kastettiğinizi biraz açabilir misiniz? 

Yapay zeka sinemasını, bilinçli bir şekilde tasarlanmış yapay zeka buluntularından oluşan görsel hikayeler olarak da tanımlayabilirim. Bir analojiyle açıklayacak olursam, makinenin bir veriye ya da veri kümesine âşık olması ve o veriyle ilgili bütün bağlantıları çözmeye çalışarak bir hikaye çıkarması sonucu ortaya çıkan ve her karmaşık aşk hikayesi gibi insanı içine alan bir anlatı. Her ne kadar anlatı ya da hikaye olarak açıklasam da, bu sinemayla amaçladığım şey aslında bir hissiyat ya da ilham aldığım film ve yeni medya profesörü Gene Youngblood’ın “Genişletilmiş Sinema” teorisinde irdelediği gibi, yeni bir bilinç sistemi yaratmak. Bunu yaparken mekanı kanvas olarak kullanmak ve yeni sistemleri, eski bilgi ve mekanlara entegre edebilmek çok önemli. Youngblood’ın dediği gibi her sanatçının bir ‘tasarım bilimcisi’ olması gereken bir çağdayız. 

 

Yapay zeka sineması olarak tanımladığınız bu bölüm için “Makine Hatıraları v.2” başlığını seçmişsiniz. Serinin ilk enstalasyonu nerede sergilendi? Hangi verileri kullandınız?

Benzer bir teknik kullanarak kurguladığımız ve 2019’da Washington DC’de sergilediğimiz “Sonsuz Mekan”, o yılın en çok gezilen sergilerden biri olmuştu. Sonsuzluk ve algı arasındaki felsefi ve şiirsel ilişkileri ve hatıra kavramını, insan anıları, MRO teleskopundan alınan Mars fotoğrafları, deniz yüzeyi aktiviteleri gibi birkaç kanaldan inceleyerek temsil ettiğimiz bir sergiydi. Veri heykellerimiz ABD’nin başkentinde öyle ses getirdi ki, Smithsonian Enstitüsü’ne bağlı Ulusal Havacılık ve Uzay Müzesi bize arşivlerini açarak, onlar için bir heykel yaratmamızı istedi. Aynı tekniğin bir uzantısını da yaklaşık bir yıl sonra, DC’de birlikte çalıştığımız galerinin, New York mekanının açılışı için, daha önce yapılmamış bir şekilde geliştirdik ve ilk yapay zeka sinemamız “Makine Hatıraları v.1” ortaya çıktı. Üç milyondan fazla New York görüntüsünü kullanarak sinestetik bir gerçeklik deneyi oluşturduk ve ziyaretçilerin bir sanat eserinin içinde olmayı deneyimlemesini istedik. PİLEVNELİ için kurguladığımız “Makine Hatıraları v.2” için milyonlarca uzay resmini benzer bir teknikle, makine öğrenim algoritmaları kullanarak sanatsal deneyimlere dönüştürdük. 

 

İstanbul -ya da İstanbullu olmak- estetik anlayışınızı nasıl şekillendirdi? Bu sergiyi dünyada ilk defa neden İstanbullular ile buluşturmak istediniz? 

Daha önce de yaptığım gibi, “Sonsuzluk Odası”, “Arşiv Rüyası” ve “Eriyen Hatıralar” sergilerinin alanında öncü olmalarının arkasında, doğduğum ve büyüdüğüm şehrin bana verdiği ilham yatıyor. Tüm bu sergilerde, İstanbul’un bana kazandırdıkları, öğrettikleri ve sanatsal bakış açımı geliştirmedeki yadsınamaz etkisine dokunan eserler vardı. İstanbul bence dünyanın en güzel şehri ve her şeyin en iyisine layık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de katkılarıyla böylesine biricik bir sergiyi, kamuyla ücretsiz olarak buluşturmak beni çok ama çok mutlu ediyor. 

 

İlham aldığınız sanatçılar kimler? 

Sanatçılardan ziyade, dünyayı değiştiren insanları ilham kaynağı olarak görüyorum. Sinirbilim ve yapay zeka alanında araştırma yapan bilim insanları, Nobel ödülü almış ya da aday gösterilmiş dâhiler en büyük ilham kaynaklarım. Dünyada, bir şeyleri değiştirebilecek gücü içinde bulan, çalışkan ve cesur insanlara her zaman hayranlık duydum. 

PİLEVNELİ’de “Makine Hatıraları: Uzay”ı deneyimleyen izleyicilerin evlerine nasıl hisler ve düşünceler içinde döneceğini öngörüyorsunuz? 

Pandemi sonrasında sanatın çok daha önemli olduğu bir döneme gireceğiz. Sanatın bizi iyileştirebileceğine inancım tam. Böylesine zor ve acı geçen sürece, bir nebze de olsa pozitif bir katkım olabilirse ne mutlu bana. İzleyicilerin sergiden umutlu, dünya ve evrenle ilgili yeni sorular sorabilen ve ilham almış bir şekilde ayrılmalarını diliyorum.